Avrupa Birliği ve Türkiye

Ankara - 01.05.2004

AB'ye girmek, Türkiye'nin 40 yılı aşkın bir devlet politikasıdır. Bu politika tabi ki de toplumun çıkarını gözetmektedir. AB'ye girme konusunda Türkiye'nin karşılaştığı bazı sorunlar vardır.

Bu sorunlardan biri hatta beklide en önemlisi AB'nin Türkiye'ye ayrımcılık yapmasıdır. Özellikle son raporda bu yapılan ayrımcılık açıkça görülmektedir. Bu duruma Türkiye'nin göz yumması beklenemez ama Türkiye bu 40 yıldan fazladır sürdürdüğü devlet politikasından da vazgeçmemelidir. Bu kadar zamandır gösterdiği çabayı sürdürmelidir. Türkiye uluslar arası müzakere taktiklerini bilmeden hareket etmektedir. Çünkü AB komisyonunun çizdiği bir politika vardır ve bu politika Türkiye olmadan gerçekleşemez. 41 yıl önce imzalanan Ankara Anlaşmasının 28. maddesinde Türkiye'nin, AB'nin tarihine ortak olmasının gerekliliğine kamuoyu desteğiyle karar verilmiştir. Böyle bir durumda eğer Türkiye alınmazsa anlaşmanın ve parlamentonun meşruiyeti tartışılmalıdır ve böyle bir durumda hukukun üstünlüğünden bahsedilemez. Türkiye'nin gizli bir güçsüzlük kompleksi de vardır. Türkiye elinde bulundurduğu stratejik gücün ve önemin farkına varmalıdır.

Avrupalı, Türkiye'yi kendi siyasi biçiminde görmüyor peki biz görüyor muyuz? Bu noktada olaya bir de tersten bakmak gerekmektedir. Biz hep konuya "bizi ne olur alın" kompleksinde yaklaşıyoruz ama aslında biz Avrupa'nın geleceğine aday bir ülkeyiz. Bu yüzden Avrupa'nın önümüze sunduğu kriterlerin bir kısmı tuzaktır ve Türkiye'nin bu gücünü yeri geldiğinde kullanarak tuzaklara cevap vermesi gerekmektedir. Ama bazı kriterlerin de gerçekleştirilmesi ülkenin yararına olacaktır. Çünkü bu kriterler zaten gerçekleştirilmesi gereken ama gerçekleştirilmemiş kriterlerdir.

Türkiye, AB'ye katılırsa AB siyasi hedefinden uzaklaşır düşüncelerine karşılık Türkiye, böyle bir AB'yi ister mi sorusunu tartışmak gereklidir. Türkiye, bu iç tartışmalarını yaparken asıl tartışması gerekenlerden uzaklaşmaktadır. Asıl tartışılması gereken konulardan biri Türkiye'nin nasıl bir AB istediğidir. Kamuoyu yani Halk, AB'ye giriş konusuna daha önceden önem vermediği için şimdi neler olduğunu anlamakta zorlanmaktadır. Bu yüzden bu noktada halkı yönlendiren siyasi güçlerin de önemi büyüktür. Siyasetçiler, halka AB'yi cennet gibi gösterip onlara bu cenneti vaat ettiklerinde halk elbette ki AB'ye evet diyecektir. Ama halka, AB'ye Kıbrıs'ı vererek, ermeni soykırımını kabul ederek ve bunun gibi bazı şeyleri kabul ederek girmek ister misiniz diye sorulduğunda ise halkın görüşü daha farklı olacak ve %90 hayır diyecektir. Aslında asıl tartışılması gereken noktalardan biri de AB'nin nasıl bir Türkiye istediği değil, Türkiye'nin nasıl bir AB istediğidir.

AB, Kıbrıs sorununu gündeme getirerek bir taktik ortaya koymaktadır. Bu yolla AB Türkiye'ye daha ufak şeyler vermekte ve Türkiye, daha büyük haklar istediğinde ise ona Kıbrıs sorununu öne sürerek arka plandaki tartışmaları göstermekte ve buna da razı olun yaklaşımına gitmektedir. Bu sayede AB, Türkiye'ye büyük haklar vermekten kurtulmaktadır. Buna karşılık Türkiye'nin cevap verecek bir karşı taktiği yoktur ve Türkiye'yi zora sokan da aslında bu taktiksizliktir.

AB'yle ilgili bir diğer sorun ise "ucu açık müzakere" sorunudur. Ucu açık müzakere demek, nereye gideceği belli olmayan yani sonunda ne gibi sonuçlar çıkabileceği belli olmayan müzakere demektir. Bu sorun, Türkiye'nin öncelikleri nelerdir sorununu gündeme getirmektedir. AB'nin Türkiye'yle ucu açık müzakere yapması Türkiye'nin AB'ye karşı olan güvenini yitirmesine sebep olacaktır. Ama AB bunu istememektedir. Raporda Türkiye'nin AB yasaları içinde kalmasının gerekliliğinden bahsedilmektedir. O zaman AB, Türkiye'ye ne evet demekte ne de hayır demektedir.

AB, Türkiyesiz yapabilir mi sorusuna cevap hayır yapamaz olacaktır. AB'nin geleceğinde mutlaka Türkiye de olmalıdır. Kamuoyuna yansıtılmamasına rağmen AB'yi en çok endişelendiren gelişme Türkiye'nin kaybı olur. Türkiye'nin kaybı AB stratejisini olumsuz yönde etkiler çünkü Türkiye, bulunduğu yere istikrar ihraç edebilen ve stratejik yönden çok önemli bir ülkedir. Artık Türkiye'nin turizm kadar stratejik gücünün de reklamını yapması gerekmektedir.

Bütün bu sorunların yanında Türkiye, Atatürk'ün istediği gibi tam bir uluslaşma gerçekleştirememiştir. Atatürk'ün istediği uluslaşma projesi bir anlamda kesintiye uğramış ve ikinci bir uluslaşma projesi üzerine gidilmiştir. Bu ikinci proje, Türkiye için rahatsız edici nitelikte olmasına rağmen AB için bir sorun teşkil etmemektedir. Bu projeye göre Türkiye'nin birkaç kurucu devletten oluştuğu varsayılmakta ve azınlıklardan ve bunlara sağlanması gereken haklardan söz edilmektedir.