27 Mayıs'taki Bayraklı Çocuk

Zülfü Livaneli (Vatan) - 28.05.2010

Babam her zaman olduğu gibi teftişteydi. Bahçelievler ile Emek Mahallesi'ni ayıran 4. Cadde üzerindeki iki katlı evimizde radyo sesiyle uyanmıştık. Daha sonra Sis filminde kullandığım görüntülerdeki gibi, radyo başına birikmiş olan herkes sevinç içindeydi. Bir diktatörlüğün devrilmesi heyecanı yaşanıyordu. İnanmayacaksınız; bakkal, sevincinden bedava gazoz dağıttı. Sözüm ona sokağa çıkma yasağı vardı ama hepimiz dışardaydık. Ne olduğunu tam anlayamadığımız bir sevinç duyuyorduk. Komşumuzun kızı ihtilali duyar duymaz, sabah sokaktan geçen ilk kişiyi öpeceğine yemin etmişti. Daha sonra hafif bir pişmanlık ve utançla sokağa gözünü dikmiş ve beklemeye koyulmuştu. Durumu öğrenen bizler de heyecanla bekliyorduk. Derken caddeden aşağıya doğru, üniversite öğrencisine benzeyen bir gencin yürüdüğünü gördük. Genç kız sokağa çıktı, gencin yanına giderek, "Sen benim kardeşimsin. Sabah ihtilali duyunca heyecanlanıp büyük yemin ettim. Seni öpmem gerekiyor" dedi ve sarılıp çocuğu öptü. Daha sonra bu ayrıntıyı da Sis filminde kullandım.


ESRARENGİZ CADILLAC

İhtilal günü öğleden sonra balkonda oturuyordum. Elimde bir Türk bayrağı vardı. Derken bir kamyon göründü, kasası tıklım tıklım insan doluydu. Bağırıp çağırıyor, sloganlar atıyor, devrilmiş Demokrat Parti iktidarına lanetler yağdırıyorlardı. Elimdeki bayrağı gören bir-iki kişi kamyonu durdurdu. Beni de çağırdılar, çünkü bayrakları yoktu. Bir dakika sonra kamyonun tepesinde, şoför mahallinin üstündeydim. Elimdeki bayrağı sallıyor ve 14 yaşın bütün coşkusuyla sloganlara katılıyordum. Böylece bütün Ankara'yı gezdik. Herkes bize bakıyordu. İnsanlar balkonlara, camlara birikiyorlardı. Elimdeki bayrakla en başta duran ben, büyük bir gurur içindeydim. Bu coşku akşama kadar sürdü, sonunda beni çok uzak bir semtte, Aydınlıkevler tarafında bıraktılar. Elimdeki bayrakla tek başına kalakaldım. Daha önce hiç o kadar uzağa gitmemiştim. Bir kuruş bile param yoktu ve üstüne üstlük sokağa çıkma yasağı olduğu için hiçbir araç görünmüyordu yollarda. Karanlık çökerken, bomboş sokaklarda tek başınaydım. Kamyondaki adamlara çok kızıyordum. Anneme haber vermeden binmiştim kamyona. Dehşetli merak ediyor olmalıydı. O akşam saatlerce yürüdüm. Hangi semtlere ulaştığımı, nerelerden geçtiğimi bilmiyordum. Nedense askeri araçlar da görmedi beni. Hava epeyce serinlemişti. Elimdeki bayrağı, gömleğimin içine sokuşturdum. Gece yarısına doğru iyice umutsuzluğa düşmüştüm. Neredeyse umudumu yitirmek üzereyken bir otomobilin yaklaştığını gördüm, kendimi hemen önüne attım. Bir Cadillac'tı, içi tıklım tıklım doluydu. Durumu anlattım, beni Bahçelievler'e götürmeleri için yalvardım. Arabada hiç yer olmadığını söylediler. Bunu ben de görebiliyordum. "Bagajda gideyim" dedim, kabul ettiler. Cadillac'ın bagajına bindim, epey uzun bir yolculuktan sonra bizim Bahçelievler 1. durakta indim. Eve kadar yürümem gerekse bile artık tanıdık bir yerdeydim. Kim olduklarını, ihtilal günü ne yaptıklarını bilmiyordum ama o Cadillac bir masal arabası gibi kurtarmıştı beni. Benden çok çekmiş olan zavallı annem o gün de meraktan deliye dönmüştü. Sevinç ve coşkuyla başlayan günüm, bütün Ankara'yı bayrakla gezişim, sonunda büyük bir fiyaskoya ve sızlayan ayaklara dönüştü.


BÜYÜK AYIPLAR...

Halkın coşkusu dinmek bilmiyordu. CHP'li babaannem, hâkim dedem Zülfikar Bey'e karşı büyük bir zafer kazanmıştı. Çok kızdığı Adnan Menderes Yassıada'da yargılanıyordu. Her akşam radyoda Salim Başol'un boğuk sesinden, "Sanıklar getirildiler. Bağlı olmayarak yerlerine alındılar" cümleleriyle başlayan yargılamaları dinliyorduk. Ne olup bittiğini tam olarak kavrayamıyordum. Bu arada babam, Ulaştırma Bakanlığı'ndaki yolsuzlukları inceleyen bir komisyonun başına getirilmişti. Derken bir sabah babaannemi hüngür hüngür ağlarken gördüm. Elinde bir gazete tutuyordu. Ne olduğunu sordum, gazeteyi gösterdi. Birinci sayfadaki büyük resimde Adnan Menderes beyaz idam gömleğiyle, ipin ucunda sallanmaktaydı. Menderes karşıtı babaannem, "Karga gibi astılar koskoca adamı!" diyerek hıçkırıklara boğuluyordu. 27 Mayıs tartışılırken hep bu sahne gözümün önüne gelir. O barbarca idamların, insan vicdanlarını nasıl yaraladığını hatırlarım. Diğerleriyle birlikte Menderes ailesine yapılan kötülükler içimi sızlatır. Sabah Gazetesi'nde yazdığım günlerin birinde, o dönemde Yassıada'da çekilmiş bir fotoğraf gördüm. Adnan Menderes'in ailesi onu ziyarete gelmişti. Ada komutanı aileyle birlikte, sanki o ailenin reisiymiş gibi sandalyeye oturmuştu. Zavallı Menderes ise boynunu bükmüş, arkada duruyordu. Bu resimdeki zulme duyduğum tepkiyi ve bir insanı ailesinin yanında aşağılamanın insafsızlığını belirten bir yazı yayınladım. O gün Aydın Menderes beni aradı, "Hiç şaşırmadım!" dedi, "Sizden, kişiliğinizden ve vicdanınızdan zaten böyle bir yazı beklerdim."


GEÇMİŞTEN DERS ALMAK

Yukarıdaki satırları "Sevdalım Hayat" adlı anı kitabımdan aldım. 14 yaşında ne olduğunu kavramadan heyecan duyduğum 27 Mayıs darbesi, 11 yıl sonra benim de hayatımı karartacak olan, askeri hapishanelere ve sürgünlere yol açan bir zulümler silsilesinin işaret fişeği olmuştu. Eğer bu ülke Demokrat Parti iktidarını seçim yoluyla indirmeyi başarabilse ve seçilmişleri idam etme barbarlığına sürüklenmeseydi ne diğer darbeler olacaktı ne Deniz Gezmiş ve iki arkadaşı asılacaktı ne de birkaç kuşağın hayatı karartılacaktı. Olan oldu ama artık geçmişten ders çıkarmak gerekiyor. Ordunun işi vatanı savunmak, siyasetçinin işi ülkeyi yönetmektir. Atatürk de genç bir subay olarak Selanik'teki İttihat Terakki Kongresi'nde yaptığı konuşmada, ordunun siyasete karışmaması gerektiğini vurgulamış ve ömrü boyunca bu ilkeye sadık kalmıştı.