Bir ... Sineması Vardı, Artık Yok! 

M. İhsan Doğan (solfasol (Ankara'nın Gayriresmi Gazetesi) s.20) - 01.06.2012 

Havalar düzeldi, güneş yüzünü gösterdi ya, pencereden şöyle bir dışarı baktı, 'Bu güzel havada evde oturulur mu. Hiç olmadı bir sinemaya gitmeli.' dedi. Ağır adımlarla otobüs durağına yönelmişti ki aklına geldi; şimdi sıkış, tepiş otobüse binmenin alemi var mıydı? Yürümeye karar verdi.

Küçükesat Dörtyola çıktı Karınca Pasajı'nın önünde durdu, içeri girmek için adımını attı, sonra vazgeçti. 'Karınca Sineması' kapanalı çok olmuştu. Hey gidi günler 'Jonny Gitar' filmiyle bu sinemanın koltuklarında hüzünlenmişti. Ama şimdi yoktu artık Karınca Sineması. Dedeman Oteli'nin karşısındaki 'Akay Sineması' da aynı kaderi paylaşmıştı. Önce gazino olmuştu, sonra hastane. Öyle ya, sinemaya ne gerek vardı, onlarca bilet parasına bilmem ne ameliyatı yapmak varken.

Şili Meydanındaki 'Çankaya Sineması' da televizyonun, videonun hışmına uğramış, önce diskotek olmuştu, sonra... Sonrası önemli miydi?

Kızılay'a doğru yürüdü. Kızılay da, Kızılaylıktan çıkmıştı. Çirkin, sevimsiz çalı-çırpı dikili, abuk-subuk su şeyleri (havuz demeye dili varmıyordu insanın) sıralanmış orta refüj bütün alımını silip süpürmüştü. Güvenpark'ı geçti, 'Cep Sineması'na gid... Ne Cep Sineması'ndan söz ediyorsun? Orada şimdi parfüm falan satılan bir pasaj var.' diye söylendi kendi kendine. 'Düğmeler Savaşı' aklında kalan filmlerden biriydi. Gülümsedi, çocuk çetelerinin o çocukça savaşımlarını yalın şiirsel bir dille anlatan siyah-beyaz film canlandı bir an gözünde.

Döndü, Gökdelenin önüne yürüdü. Basamakları çıktı, durdu, birini bekler gibi. Sahi, arkadaşlarıyla hep burada buluşurlar, ya Ulus ya da Büyük Sinemaya giderlerdi belki de Ankara Sineması'na.

Kafasını kaldırdı Ulus Sineması'na doğru baktı, yoktu o güzelim sinema. Ne kadar zaman önce yerine pasaj yapılmıştı, bol ışıklı dükkanları olan. Demek ki, insanlar film seyretmek yerine ayakkabı, don, gömlek almayı yeğliyorlardı.

Ağır adımlarla Sıhhiye'ye doğru yürümeye başladı. Büyük Sinema'nın önünde durdu bir kez daha. Büyük Sinema mı? 'Altına Hücum' gibi, 'Altının Hücumu' sonucu çekilip gitmişti tarihin tozlu sayfalarının arasına. Peşine taktığı Erdal Öz'ün kitapevi, Alibaba Oyun Salonu ve diğer dükkanlar ile. Oysa, Neşeli Günler filmini seyredebilmek için cebindeki son parasını vermiş, yurda yaya dönmüştü. Batı Yakasının Hikayesi'ni sekizinci kez izlemek için karaborsacı ile kavga etmişti. 'Menekşe Sineması', 'Nergis Sineması'! İsimleri bile güzeldi. Aradan geçen yıllar.

Amaan, sırası mıydı şimdi. Zafer Anıtı'nı selamladı, 'Sinema 70' den yana baktı, 'Meydan Sahnesi' gülümsedi yüzüne. Yıllar önce kovulmuştu tiyatro bu salondan, yerini sinema salonuna bırakmış, en adisinden seks filmleri oynatılmıştı yıllar yılı. Sonra kafe mi ne olmuştu. Ama tiyatro eski yerine dönmüştü yine. 'Zafer Madalyası'nı sergilerler mi acaba'

Orduevi'nin köşesini döndü. Demir yığını üstgeçidin izin verdiği kadar Necatibey Caddesi'nin karşı köşesini görmeye çalıştı. Evet, 'Ankara Sineması' da yoklar kervanına katılmış, o da yerini pasaja bırakmıştı. Necatibey Caddesi boyunca yürüdü. Yeşilırmak Sokağı'na döndü. 'Gölbaşı Sineması' ile 'As Sineması' vardı sokağın hemen sonunda. Artık yoktu... Başını salladı, 'John Ford Haftası' aklına geldi. 20'li yaşlarda John Wayne'i izlemişti 'Posta Arabası' filminin ilk çevriminde. Westernlerin Büyük Ustası, kuralları koyuyordu, birer birer: 'Gaddar' Kızılderililerin kafa derisi yüzmesini, Mavi Ceketlilerin zor durumdaki beyaz adamları kurtarmasını falan. İki sinemanın olduğu yerde beton bir çirkinlik yükseliyordu şimdi. Telebilmemne bi şeysi...

'Bugün, (Kayıp Sinemalar) günü olsun.' dedi. Kendini mezar ziyaretinde gibi hissetmeye başlamıştı. İçini çekti, başladığı işi bitirmeliydi. Demirtepe Durağı'ndan Ankaray ile Bahçelievler'e ulaştı. Üçüncü Cadde üzerindeki 'Renkli Sinema'nın bulunduğu yere kadar yürüdü, durdu. Somerset Maugham'ın romanı 'Human Bondage'in beyazperdedeki üçüncü çevrimini gösterirken yanmıştı o güzelim sinema. 'Şanslıydık ki, biz izlerken yanmadı.' diye düşündü. Platin saçlı Kim Novak, tüm güzelliği ile gözlerinin önünden geçti. Son durağa kadar yürümeye gerek yoktu. Çocuklarını üç boyutlu filmle tanıştırdığı 'Arı Sineması' yerini TRT stüdyosuna bırakmıştı. Az kalsın unutuyordu Cebeci'deki sinemaları. Öğrencilik yıllarının sinemalarını. Ankaraydan Kurtuluş'ta indi, Cebeci'ye doğru yürüdü. Hukuk Fakültesi'ne gelmeden durdu, 'Site Sineması' işte tam da buradaydı. Diğer salonlardan farklı olarak ters eğimliydi, arka sıralar aşağıda, ön sıralar yukarıdaydı.' Şimdi? Şimdi ne olduğunun hiç önemi yoktu; 'Ne olursa olsun, sinema değil ya. Ben ona bakarım.'

Hukuk, Siyasal derken, 'İnci Sineması'nın önüne gelmişti. Güldü, 'Tarkan Vandal Kanı' adlı saçma, sapan filmi izlerken, Vandalların rengarenk kuzu postlarıyla ortalıkta salınmasına dayanamayıp, 'Bu kadar da olmaz ki!' diye bağırınca, sinemadan atılmışlardı, yaka paça.

'Hamamönü'ne giderken, Konservatuar'ın karşısında...', 'Ne Konservatuarından söz ediyorsun. Orası şimdi belediye. Böyle olur külhani bizde kültür dediğin. Konservatuar da ne ola ki? Keman gıygıyı, piyano tıngırtısı yerine...' 'Cebeci Sineması' diyecektim, nerelere gitti laf. O da yok artık.?

Daha ötesi, 'Melek Sineması' yerini düğün salonuna bırakmıştı, 'Saray Sineması' da aynı kaderi paylaştı. Eh, 'Doğum Evi'nin yanına, Düğün Salonu yakışır!' diye düşündüler zahir...

Ellerini ceplerine soktu, hava daha serinlemiş gibi geldi. Kendi kendine söylendi: 'Bunlar yalnız benim anımsayabildiklerim. Ya diğerleri?'

Diğerleri, yani 'O Güzel Sinemalar, O Güzel Film Bobinlerini Almış Anıların Arasında Yerlerini Almaya Gitmişlerdi.'